Her yıkımdan daha
güçlü çıkan bir şehir Berlin. Hazzı ve gerçeği, geçmişi ve geleceği aynı anda
içinde barındıran gücünü yaratıcı ruhundan alan bir şehir.
Dünyada yağmur çiselerken en keyifle yürünecek şehirlerden
biri Berlin. Bulutlarla kaplı gökyüzü bu
şehre tarif edilemez bir gizem katıyor. İçinde
büyük savaşlar görüp, derin yıkımlar geçirmenin izleri bulunsa da mizacına
işlenmiş yeniden doğuş enerjisine bir anda kapılıyorsunuz. Berlin’in tarihi ortasından geçen Spree
Nehri’nin iki yakasında yer alan küçük balıkçı köyleriyle başlıyor. Ben de kendini kolay ele vermeyen, yavaş
yavaş kendini sevdiren kentin tarih boyunca canlı kalmasına vesile olan Spree Nehri’nde keyifli bir tekne turunu
kesinlikle ilk tanışma için uygun buluyorum.
Nehir gezisi sırasında Berlin’de bütün zamanların birlikte ve kusursuz
bir uyum içinde yükselişi önümden akıp gidiyor. Yüzyılları deviren kiliselerle, yeni nesil
yapıların özgür çizgileri eşlik ettiği şaşırtıcı birlikteliğine kırmızı
tuğlaları ve kuleleriyle Oberbaum Köprüsü’nün zarafeti ekleniyor, derken
Jonathan Borofsky imzası taşıyan 30 m uzunluğundaki Molecule Man karşımda
beliriyor.
Berlin’i bir zamanlar
trajik biçimde ikiye ayıran o ünlü duvar yolculuğumun ikinci durağını
oluşturuyor. Soğuk Savaş’ı görünür kılan
duvar 1961’de inşa edildiğinde 46 km
boyunca uzanıyordu. 1989’da yıkılan duvarın, Spree Nehri’nin kuzey yakasında
yaklaşık 1,5 kilometrelik bölümü halen korunuyor. Dünyanın dört bir köşesinden gelen sokak
sanatçılarının garaffitileriyle bir açık hava müzesi haline gelen duvardan,
günümüze kalan bölüm East Side Gallery olarak anılıyor.
Tarihi Berlin’e sokulmak üzere parlamento binası Reichtag’tan başlayan bir yürüyüş yapmaya karar veriyorum. Reichtag , üstündeki cam kubbesiyle tam bir cazibe merkezi. Burası ziyarete açık ve eğer cam kubbeye çıkarsanız size mimari detayların yanı sıra bütün şehrin manzarasını sunmasıyla da ayrıcalıklı bir yer. Bir zamanlar saraya giden yola açılan Brandenburg Kapısı yürüyüş güzergahımın en popüler parçası. Zafer tanrıçasının heykeliyle süslü kapının önünden itibaren Unter den Linden’e uzanıyorum. Burası ıhlamur ağaçlarıyla süslü bir cadde, modern mimarinin göz kamaştırıcı örnekleriyle şehrin bütün yıkımların karşısındaki dirilişini temsil eder gibi bir tavırla şık ve zarif. Elçilik binaları, butikler, kafeler derken adını Opera Binası ve 18. yüzyıldan bu yana şehrin portresini güzelleştiren Berlin Katedrali çağlar arasında geziniyormuşum hissi uyandırıyor. Değişik zamanlarda onarım gören kilise eklektik bir mimari anlayışı yansıtıyor. Yıl boyunca zengin bir konser programı olan bu büyüleyici mekan, Mayıs ayı boyunca beş klasik müzik konseriyle ziyaretçilerine farklı bir deneyim sunuyor.
Berlin’in ritmi hiç düşmeyen caddelerinden bir diğeri de
Kurfürstendam yapımı. 16. yüzyıla kadar uzanan cadde Otto von Bismarck’ın
isteği üzerine görkemli bir caddeye dönüşür. Uzun yıllar eğlence , iş ve kültürel
aktivitelerin merkezi olan cadde II. Dünya Savaşı’nda büyük hasar görür. Bugüne
geldiğimizde burası alışveriş yapmak, tasarım kafelerde dinlenmek, güncel bir
sergiye katılmak için ideal bir bölge.
II. Dünya Savaşı’nın izleriyse bu bölgede yer alan Kaiser Wilhelm Anıt
Kilisesi’nde hala yaşıyor. Savaş
yaralısı olarak bombalamanın ardından restore edilmemiş kilise, bir dönemin yıkıcılığını olduğu gibi
yansıtıyor.
Hareketli gece
hayatı, tiyatroları, festivalleri ama en çok da kültür ve sanatıyla dünya
gündemini meşgul eden bir başkent Berlin. Yüzlerce müze ve galeriye ev
sahipliği yapan şehir , dünyanın dört bir yanından sanat tutkunlarını kendine
çağırıyor adeta. Spree Nehri üzerindeki adada yer alan Museumsinsel, daha
tanıdık ifadeyle Müzeler Adası ziyareti Berlin gezisinin olmazsa olmazı
arasında. Müzeler Adası’nda Bode
-Museum, Neues Museum ,Alte Nationalgalerie, Altes Museum ve Pergamonmuseum ‘u
ziyaret etmek mümkün. Rodin’den Van Gogh’a sanat tarihinin şöhretli isimlerinin
resmi geçit yaptığı müzelerde ayrıca farklı coğrafyalardan toplanmış eserler de
görülebilir. Özellikle Pergamonmuseum, İştar Kapısı'ndan Yazılıkaya'ya kadar gerçekten baş döndürücü
bir etkiye sahip.
Berlin ‘in sanatla ilişkisi büyük savaşın çok öncesine
dayanıyor. 1919’da Walter Gropius
veOskar Schlemmer,
Vassily Kandinsky ve László Moholy-Nagy gibi önemli isimleri bünyesinde
barındıran Bauhaus Okulu bu ilişkinin en ilginç örneklerinden biri.
Disiplinlerarası bir şekilde sanat ve zanaatı bir araya getirmeye çalışan bu
hareketin bu yıl 100. yılı olması dolayısıyla Mayıs ayı boyunca Helmut Newton Stiflung’da
“Bauhaus und die Fotografie” başlıklı sergi ile Haus der Kulturen der Welt'te Bauhaus Okulu’nun bugüne kadar
geçirdiği süreci ve dünyadaki etkileşiminin incelendiği çalışma görülebilir. İlkbaharın gelişiyle renkli bir atmosfere
bürünen Berlin’de 5 Mayıs’ta sanatçılar ve izleyiciler arası diyalogu arttırmak
üzere bir açık hava sergisi
düzenleniyor. Oberbaum Köprüsü’nün mekan olarak kullanılacağı etkinlik
sırasında köprü trafiğe kapalı olacak.
Not: Yazı SunExpress'in uçak içi yayını SunTimes Mayıs/2019 sayısı için kaleme alınmıştır.
Yazı ve fotoğraflar güzel, Berlin güzel! Ne yazık ki henüz bir kere ziyeret etme şansım oldu. O da yıllar önce, büyük oğlum bebekti o zamanlar. Pek gezemedim doğrusu. Tekrar gideceğim mutlaka...
YanıtlaSilHamburg`a yolun düşerse beklerim.