Uzakları yakın eden kemençe sesine aşina olunan şehirdir Giresun. Yağmurun ferahlığını her dem bağrında saklar, toprak kokusu hiç yakanızı bırakmaz.
Yeşilden maviye uzanan renk paletinde, başı bulutlara değen dağlar eşliğinde karşılıyor beni Karadeniz’in sakin kızı Giresun. Bulutlu gök yüzünün yer yer sisle sarmalandığı şehir, efsaneler çağına uzanan geçmişi, toprağın ve denizin bereketinden nasibini alan sofralarıyla Karadeniz’in bütün inceliklerini bir arada sunuyor.
Giresun Kalesi’ne çıkınca şehir kendini yavaş yavaş anlatmaya başlıyor. Giresun şehir merkezi bir yarımadanın üzerinde kurulu. Kale, bu yarımadaya hakim konumda yer alıyor. Pontus Kralı 1. Pharnakes’in yaptırdığı düşünülen kale, şehrin binlerce yıllık serüveninin en önemli tanıklarından biri olarak hala ayakta ve hala yaşamın içinde olmasıyla heyecan verici bir yapı. Bir zamanlar şehrin savunmasının vazgeçilmezi olan kale, bugün mavi manzarasıyla güne keyif katmak isteyenlerin uğrak noktası. Serin havada buğusu hemencecik havada kaybolan bir çayla kaleden Giresun’u seyredenlere katılıyorum. Şehir hareketliliğine, Karadeniz’in hırçın dalgaları karışırken uzakta görünen Giresun Adası sonsuz bir sükunetle kutsanmış gibi duruyor. Günümüzde göçmen kuşların dinlendiği, martı ve karabatak gibi deniz kuşlarının egemenliğinde olan ada efsanelerle örülü gizemli bir geçmişe sahip. Anlatıya göre Herakles’in öfkesinden korkup Stymphalos Gölü’nü terk etmek zorunda kalan tunç gagalı, dehşet verici kuşlar Areitas Adası’na yerleşir. Iason’un liderliğini üstlendiği Argonautlar, Altın Post’u bulmak uğruna Areitas’a çıktıklarında bu korkunç kuşlar, cesur gemicilere saldırır. Bu saldırı sonucu bir arkadaşlarını kaybeden gemiciler, adayı lanetler ve yeniden görkemli gemilerine atlayıp yeni maceralara yelken açar. Bu efsanenin geçtiği yer olan Areitas Adası’nın, Giresun Adası olduğu kabul ediliyor. Üstelik adanın mitolojik serüveni bu kadarla da sınırlı değil. Unutulmuş zamanlarda, Anadolu’nun efsanevi kadın savaşçıları Amazonlarla anılan ada, bölgenin mitsel ve esrarengiz alanlarından biri.
Giresun Antik Çağ’dan itibaren bereketli toprakları, denize açılan limanlarıyla arzu edilen bir şehir olmuş. Birçok medeniyet bu topraklarda kök salmış, birçok tacirin bu limanın nimetleriyle gözleri kamaşmış. Şehrin tarih sahnesine çıkışına ilişkin en erken izler MÖ 7. yüzyılı işaret ediyor. Kentin ismi erken dönemlerden itibaren kiraz yurdu anlamına gelen “Kerasion” ya da “Kerasus” olarak adlandırılıyor. Kirazın anavatanı olarak Giresun görülüyor. Romalı komutan Lucullus’un daha önce hiç görmediği kiraz fidelerini Giresun’dan alıp başka kıtalara götürmesiyle başlamış kirazın lezzet yolculuğu. Yüzyıllarca kiraz ağaçlarıyla süslü Giresun’da şimdi kiraz üretimi biraz daha kısıtlı olsa da kiraz bölgenin damakta iz bırakan meyvelerinden biri. Hatta sadece meyve olarak değil, kiraz tuzlusu kavurması olarak da gerçek bir yöresel lezzet.
Karadeniz’in cömert doğasında, kirazın adını verdiği bu şehrin uzun yıllardır en gözde tarım ürünü fındık. Tadı ve içerdiği yağ oranıyla dünyanın en kaliteli fındıklarından biri olarak gösterilen Giresun fındığı bölge için önemli bir ekonomik değer olmasının yanında mutfak kültürünün ayrılmaz bir parçası. Özellikle tatlıların ve pastaların tadına tat katan fındıklı lezzetlerin başında fındıklı krokant geliyor. Krokant için yarım asırlık geçmişiyle Giresun’un klasik mekanlarından biri haline gelen Şebnem Pastanesi’ne uğruyorum. Şehrin alameti farikası fındığın krokant halinin kıtırlığı, kıvamı, ağızda dağılışı şöhretinin hakkını veriyor.
Şehrin tam kalbinde olmanın avantajıyla yağmura aldırmadan Gazi Caddesi’ne kısa bir yürüyüş yapıyorum. Üniversiteli gençlerini ve alışveriş yapmak isteyenleri buluşturan Gazi Caddesi şehrin en popüler rotası. Caddeden çok uzaklaşmadan tarihi evleriyle nostaljik bir filmin içinde geziniyormuş gibi bir duygu yaratan Zeytinlik Mahallesi’ne yöneliyorum. 19. yüzyılın çok kültürlü ortamında şekillenmiş bir mahalle Zeytinlik. Türk ve Rum sivil mimarlığının kusursuz bir ahenk oluşturduğu yapılar, mazide kalmış bir devrin zarafetini hala taşıyor. Denize açılan sokaklarda yosun kokusuna evlerin bahçesinde yükselen portakal ağaçlarının kokusu karışıyor. Takvimin gerçeği çok uzakta kalmışken Giresun Müzesi bütün heybetiyle önümde beliriyor. 18. yüzyılda bölgedeki Rum-Ortodoks cemaat için yapılan bina Gogora Kilisesi olarak da biliniyor. Şehrin tarihine ışık tutan müze arkeolojik ve etnografik eserleri, tarihi atmosferinde izleyiciyle buluşturuyor.Sanat Sokağı tabelasını takip edip rengarenk kafelerle donatılmış, el işi ürünlerin tezgahları donattığı, bir alanda buluyorum kendimi. Sokağın köşesinde yer alan küçük mantıcıda Giresun’un incecik hamurdan yapılan dillere destan mantısının tadına bakmayı da ihmal etmiyorum. Geleneksel bir tat olan yarımca böreği ve yemyeşil görüntüsüyle şaşırtan ısırganlı mantı damağımda yer ediyor. Ara sokakların dinginliğinde Giresunlu çalışkan kadınların küçük tezgahlarıyla karşılaşıyorum. Karalahanalar, bal kabakları, sakarcalar, adını ilk defa duyduğum otlar önümde sıralanırken, Giresunlu kadınlar tarifleri de kulağıma fısıldamayı unutmuyor. Ve hemen bu şehre gelen herkesin mutlaka haşlama yemesi gerektiği konusunda uyarıda bulunuyorlar.
Giresun iklimin ve Karadeniz’in çetin koşulları içinde el sanatlarında ustalaşmış bir şehir. Farklı kültürlerle etkileşim halinde olması özellikle dokumacılık ve ahşap sanatlarında özgün nitelikli ürünler doğmasını sağlamış. Şehrin bütün sakinliğine arada bir dokunaklı nağmeleriyle sızan kemençe de Giresun’un duygu dünyasından doğmuş bir saz. Usta çırak ilişkisi içinde varlığını sürdüren kemençecilik Göreleli ustalarca bugün aynı heyecanla üretiliyor. Kemençenin kendine has sesinin peşinde Görele’nin yoluna düşüyorum. Kapısını çaldığım 25 yıllık kemençe ustası Ali Kol, mesleğinin inceliklerini anlatırken gözlerindeki parıltı bir an olsun sönmüyor. Atölyesinden ayrılmadan Ali Usta kendi yaptığı ardıç ağacından kemençesiyle bir Giresun türküsü çalıyor.
Görele’den ayrılırken kulağımda kemençenin dokunaklı ezgisini beraberimde götürüyorum.Denizlere çıkan sokaklardan gökyüzüne usulca dokunan doruklara sokulmak şart oluyor. Aksu kıyısında küçük bir kır kahvesi olan Kavak Yelleri’nde geleneksel kuru yufka ile hazırlanan böreğin başrolde olduğu lezzetli bir kahvaltıyla Kuzalan Şelalesi’ne doğru süzülüyorum. Aksu Deresi’nin yörüngesini takip ederek, kah kıvrılan kah bükülen yolda ahşap evler, taş köprüler , ulu ağaçlar önüme seriliyor. Yükselti arttıkça hava sıcaklığı düşerken, önce kibar kibar yağan kar bir süre sonra bembeyaz bir örtü olarak ortalığı kaplıyor. Kuzalan Şelalesi’ne vardığımda buzun suyla yarattığı muhteşem manzaraya hayran oluyorum. Kuzalan Tabiat Parkı mineral açısından zengin su kaynaklarının yarattığı beyaz travertenleri, mağaraları, sık ağaçlı yapısı, turkuaz gölleri ve yüzlerce metre yükseklikten dökülen şelalesiyle sürrealist bir tablodan düşmüş gibi duruyor. Kar ve buzun bu manzarayla buluşması ise Kuzalan’ın her mevsim ne denli güzel olabileceğinin bir kanıtı.Kış kuşanmış ulu çam ağaçları, kardan ağırlaşan dallarıyla hafifçe titreşirken “maden suyu” yazan bir çeşmenin önünde mola veriyorum. Dünyada kaç yerde maden suyu akan bir çeşme vardır? diye düşünmekten kendimi alamıyorum.Çam ormanlarının çepeçevre kuşattığı Kümbet Yaylası’na ulaştığımda karın dantel gibi doğayı sarmalaması karşısında çocuksu bir coşkuya teslim oluyorum. Kar ve ormanın tılsımlı bir etki yaratıyor. Sanki burada düşen her kar tanesinin sesi duyulurmuş gibi geliyor. Şehir merkezine birkaç saatlik mesafede yeryüzünün bambaşka bir çehreye bürünmesine hayret ediyorum. Kümbet vaat ettiği katışıksız huzur ve çevresindeki el değmemiş çam ormanlarıyla başka hiçbir yere benzemiyor. Alnı bulutlara uzanan dağlardan sahile doğru inerken Giresun’un sırrı 150 yıllık mayasında saklı sulu somun ekmeğini alıp Tirebolu Doğal Dükkan’da soluğu alıyorum. Taş fırından pişen somunla kiraz tuzlusu kavurması harika birbirine çok yakışıyor. Yöre insanın pratikliği, doğanın lutfu, zamanın birikimi Giresun mutfağında saklı. Hamsi çıtıratma, karalahana diblesi, Piraziz Köftesi, ısırgan yağlaşı, kiraz tuzlusu kavurması gibi tarifler Giresun’un asırlar boyu getirdiği geleneğin ve muhteşem doğasının bir yansıması.
Karadeniz hoyratça Tirebolu kıyısını döverken,martılar alışkın oldukları rüzgara karşı kanat çırpıyor. Dudaklarımda Tirebolu çayının buruk tadıyla tevazu sahibi şehre veda ediyorum.
*Tük Hava Yolları'nın uçak içi yayımı Skylife'ın Mart 2020 sayısı için kaleme aldığım Giresun yazısı.